TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
6306 SAYILI YASA AFETLERLE MÜCADELEDE TEK ÇARE Mİ: DEĞİŞİKLİKLER NELER GETİRİYOR
Afyon Milletvekili Sayın Ali Özkaya ile İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Demir ve arkadaşları tarafından 20.10.2023 tarih ve 14 sayı numarası ile TBMM Başkanlığına 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Öngören Kanun Tasarı Teklifi TBMM’ne sunulmuştur.

Afyon Milletvekili Sayın Ali Özkaya ile İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Demir ve arkadaşları tarafından 20.10.2023 tarih ve 14 sayı numarası ile TBMM Başkanlığına 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Öngören Kanun Tasarı Teklifi TBMM’ne sunulmuştur. Ne söz konusu tasarı teklifinin sunulması öncesinde, ne de teklifin TBMM’ne sunulmasından sonra hiçbir ilgili meslek örgütünden görüş alınmamıştır.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak afetlerle mücadelede “tek çare” olduğu ileri sürülen bu kanun tasarı teklifinin  yeterli olup olmadığı ve neler getirdiği  sorularına cevap aramak gerektiğini düşünüyoruz.

Kentsel Dönüşüm mü? Rantsal Dönüşüm mü?

6306 sayılı yasal düzenleme 23 Ekim 2011 yılında Van-Erciş merkezli Mw=7.2 büyüklüğündeki depremden sonra yine yeterince tartışılmaksızın gündeme getirilmiş ve 31.05.2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun uygulanmasını sağlamak üzere Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğü kurulmuş, yine bazı kentlerde bu genel müdürlüğe bağlı il müdürlükleri oluşturulmuştur. Kanunun yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen yaklaşık 11 yıllık süre içerisinde “2 milyon 200 bin bağımsız bölümün dönüşümünün tamamlandığı, 400 bin bağımsız bölümün dönüşüm çalışmalarının ise devam ettiği” kanun tasarı teklifinde ifade edilmektedir. Ancak dönüştürülen ve dönüşüm çalışmaları devam eden bu konutlara rağmen yerleşimlerin ne kadarının gelecekteki “afet risklerine” hangi ölçüde dirençli olduğu tartışmalıdır. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (İBB) kamuoyuna da yansıyan bir açıklamasında; İstanbul ili genelinde toplamda 1.390.360 adet bina bulunduğu, bugüne kadar yapılan incelemelere göre 75.377 binanın yani toplam binaların %5.54’ünün riskli yapı kategorisinde olduğu değerlendirilerek, bu binaların dönüşümü konusunda çalışma yürütüldüğü, İBB-Kiptaş tarafından 5.820 adet bağımsız biriminin dönüşümünün tamamlandığı, 3724 adet bağımsız birimin yapım çalışmalarının devam ettiği ve 3210 adet bağımsız birim içeren yapının ise proje çalışmaların devam ettiği ifade edilmiştir. Aynı açıklamada Bakanlık tarafından uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin sadece %5’nin gerçek anlamda riskli alan ve yapıları kapsadığı, geriye kalan bölümün ise “kentsel ranta yönelik” olduğu ifade edilmiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında; yasanın yürürlüğe girdiği 2012 yılından günümüze kadar geçen yaklaşık 11 yılda dönüştürüldüğü ifade edilen “2 milyon 200 bin konutun” sadece 110 bin adetinin riskli alan veya riskli yapı niteliğinde olduğu, geriye kalan “2 milyon 90 bin konutun ise rant sağlamaya hizmet ettiği gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Yasanın yürürlüğe girdiği 2012 yılından sonra ülkemizde yaşanan depremler sonucu meydana gelen yıkımlar İBB’nin açıklamasını doğrular niteliktedir. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un yoğunluklu olarak amacı dışında kullanıldığı, afet riskli yüksek olan  fay zonlarının sakınım bandı, dere yataklarının taşkın riski yüksek alanları, heyelan, kaya düşmesi, çığ, tıbbi jeolojik sorunlu alanlar, tsunami tehlikesi altında bulunan alanlar“ gibi  “olası jeolojik ve hidrolojik kökenli doğa kaynaklı afetlere” açık alanlarda yer alan yerleşim alanlarının dönüştürülmesini önceleyen, yani en riskli alanlardan başlayan bir dönüşüm hizmetinin gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır. Örneğin Odamızın yaptığı tespitlere göre merkezi doğrudan aktif fay zonları üzerinde yer alan çoğunluğu büyükşehir niteliğinde 24 kentimiz ile 110 ilçemiz bulunmakta, bu aktif fay zonlarının sakınım bandı içinde 100 bini aşkın binanın oturduğu tahmin edilmekte, olası bir depremde fay zonlarının sakınım bandı içinde yer alan bu  yapıların en çok hasar alıp yıkılacağı bilinmekte, ancak bu alanlara ilişkin tek bir dönüşüm hizmeti gerçekleştirilmemektedir. Hatta aradan yıllar geçmesine rağmen bu konuda henüz bir yol haritası bile ortaya konulmamıştır.  Şubat 2023 tarihli Kahramanmaraş merkezli depremlerde, en büyük yıkım ve can kaybının, fay zonlarının sakınım bandı ile zayıf mühendislik özelliklerine sahip, çoğunluğu sıvılaşmaya yatkın zemin birimleri üzerinde yer alan yapılarda meydana geldiği bilinmektedir. 2012 yılından sonra deprem bölgesinde yer alan 11 kentimizde uygulanan kentsel dönüşüm uygulamalarının, fay zonlarının sakınım bandı içinde olan alanlarda yapılmadığı gibi sıvılaşmaya yatkın alanlar üzerindeki yapılar için de herhangi bir dönüşümün uygulanmadığı görülmektedir. Bu ve benzeri uygulamalar kentsel dönüşümün amacına uygun yapılmadığı ve asıl hedef olan afet dirençli kent uygulamalarının göz ardı edildiğinin açık göstergeleridir.

Sonuç olarak; 2012 yılından bugüne kadar yürürlükte bulunan bu yasal düzenlemeye dayanılarak yapılan uygulamaların büyük bir bölümün afet risklerini önleme amacına hizmet etmediği, yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarının önemli bir bölümünün “kentsel rantın dönüşümüne/aktarımına” hizmet ettiği anlaşılmaktadır.

Jeoloji Mühendisleri Odası olarak soruyoruz:  Büyük oranda kentsel rantın aktarımına hizmet ettiği bilinen bir yasal düzenlemede değişiklik yapılması bizlere ne kazandırır. Kanun tasarı teklifinde ifade edildiği gibi afet risklerinin azaltılması konusunda “tek çare mi?TABİİ Kİ HAYIR!

Bu sorunun cevabı yine kanun tasarı teklifinin içinde verilmektedir. Kanun tasarı teklifinde de bahsedildiği gibi 24 Ocak 2020 Elazığ-Sivrice ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri sonrasında TBMM’nde tüm siyasi partilerin ortak kararı ile “Afet Zararlarının Azaltılması Konusunda Meclis Araştırma Komisyonları” kurulmuş, konu ile ilgili çok sayıda akademisyen, üniversite, kamu ve özel kuruluş ile meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşların temsilcileri dinlenerek raporlar hazırlanmıştır. Söz konusu raporlar TBMM’sinde de kabul edilerek ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarına da gönderilmiştir.

Söz konusunu raporlarda, ülkenin afetlerle mücadelesini yürütecek kurumsal kapasitesinin yetersiz olduğu, bu nedenle Japonya gibi bazı ülkelerde olduğu gibi bir AFET BAKANLIĞININ kurulması, yerel yönetimlerin afet risklerinin azaltılması konusundaki kapasitesinin geliştirilmesi, 7269 sayılı yasanın değiştirilerek “AFET RİSK AZALTMA KANUNUN” çıkarılması, imar, planlama, yapı üretim ve denetim kanunları başta olmak üzere çok sayıda yasa, yönetmelik ve uygulamada değişikliğe gidilmesi, eğitim süreçlerinde afetlere ilişkin toplumsal direncin artırılması için afet eğitimlerinin verilmesi dahil barınma, ilk yardım, müdahale, iyileştirme gibi konularda çok sayıda öneri bulunmasına rağmen, bu önerilere ilişkin olarak ne ilgili Bakanlıklar, ne de TBMM üyeleri yasal düzenlemeler konusunda elle tutulur bir çalışma yapmamışlardır. Tüm bu rapor ve öneriler ortada dururken bu defa kentsel rantın dönüşümünün bir aracı haline gelen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü Hakkındaki Kanununda Değişiklik Öngören Yasa Tasarısı Teklifi sanki afetlerle mücadelede “tek çare” imiş gibi toplumun önüne konulmaktadır. Oysa bu yasal düzenlemeden önce ülkenin karşı karşıya kaldığı/kalacağı afet tehlike ve risklerinin göz önüne alınarak “Afet Acil Durum ve İklim Değişikliği Bakanlığının” kurularak kapasitesinin geliştirilmesi; ardından imar ve planlama mevzuatında gerekli değişiklikler yapılarak “tehlike ve riskli  alanların” imar planlama süreçlere entegre edilmesi, riskli alanlar üzerindeki yapı stokunun ortaya çıkarılması, yapı üretim ve denetim sisteminde gerekli değişikliklerin yapılarak yeni yapılacak yapıların olası bir deprem ve diğer afetlerde yıkılmasının önüne geçilmesi ve son olarak gerekiyorsa Kentsel Dönüşüm Kanunda gerekli değişiklik ve revizyonların yapılması gerekirken, işe sondan başlamanın, hatta hiçbir kurum, sivil toplum kuruluşu, uygulama içinde bulunan meslek örgütleri ve yerel yönetimlerin görüşleri alınmadan kanun tasarı taslağının alelacele TBMM’ne sunulmasının nedeni anlaşılamamıştır.

Bu Acele Neden?

Bu acelenin nedenlerinin ipuçları yine kanun tasarı taslağının içinde süslü cümlelerle verilmeye çalışılmıştır. Söz konusu taslakta yer alan “Afet riski gözetilerek yapılacak kentsel dönüşüm işini yapmak üzere tüzel kişiliğe haiz bir Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kurulmuştur” ibareleri dikkate alındığında, mevcut yasa tasarı teklifinin 16 Ekim 2023 tarih ve 32341 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 153 sayılı “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararname”’si ile birlikte değerlendirme gereği ortaya çıkmıştır. Söz konusu kararnamede Kentsel Dönüşüm Başkanlığının” kurulması ile bu kuruluşun teşkilat yapısı, görevleri, yetkileri ve sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu tasarı ile hedeflenen söz konusu Başkanlığın 6306 sayılı kanunda belirtilen görevlerin yanı sıra, Belediyelerin 5393 sayılı kanunun 73. Maddesinde belirtilen iş ve işlemlerini de üstlenmesidir. Kararnamenin 792/S maddesinde “Başkanlık, Cumhurbaşkanlığı kararı ile şirket kurabilir veya kurulmuş şirketlere ortak olabilir” hükmü de yer almaktadır.

Yapılan düzenleme ile; Kentsel Dönüşüm Başkanlığını yöneten bazı memur ve bürokratlar bir kentin seçilmiş yerel idari yöneticilerinin görüşünü almaksızın kentsel dönüşüm alanları ilan edip, vatandaşın mülkiyet hakkını “zor kullanma yoluyla” almaya yetkili hale getirilmektedir.  Böylece afet riski bahane edilerek vatandaşların ellerinden alınan mülkler üzerinden yandaş firmalarla kurulabilecek “ortak şirketler” yolu ile bazı kişi ve kurumlara rant aktarılması yasal hale getirilmektedir. Bu işin “aceleye getirilmesinin nedeninin” yerel idarelerin kentsel dönüşüm ve yenilemeye ilişkin görevlerinin ellerinden alınarak Kentsel Dönüşüm Başkanlığına devredilmesi, o kentin imar ve arsa rantının da yine Kentsel Dönüşüm Başkanlığının ortak olacağı yandaş bazı şirketlere aktarılması olabileceği düşünülmektedir.

Sonuç olarak; 6306 sayılı yasanın çıktığı 2012 yılından günümüze kadar geçen yaklaşık 11 yıllık uygulama süreçlerinde, bu yasanın toplumun karşı karşıya kaldığı afet risklerinin azaltılması konusunda yeterli olmadığı, yapılan uygulamaların büyük bir bölümünün kentsel imar ve arsa rantının birilerine aktarılmasına hizmet ettiği görülmüştür. Bu durum ortada iken toplumun bu konudaki hassasiyeti dikkate alınmaksızın subjektif kriterlere göre belirlenen “afet riskli yapı” kavramının arkasına sığınılarak hazırlanan bu taslak ile vatandaşın mülkünün elinden alınacağı ve bazı yandaş firmalarla kurulacak ortaklıklara aktarılacağı anlaşılmaktadır. Hazırlanan bu yasa tasarısı teklifi ülkenin afet risklerinin azaltılmasına hizmet etmeyecek, toplumun can güvenliğini sağlayamayacaktır. Bu nedenle TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası söz konusu kanun tasarı ve teklifinin geri çekilmesi ile tüm paydaşların içinde yer aldığı, insanı odağına alan, anayasal bir hak olan barınma ve mülkiyet edinme hakkını vatandaşların elinden alamayacak, yerel idarelerin yetki ve sorumluluklarını koruyan, imar, planlama ve afet risk azaltma kanunu ile entegre yeni bir kentsel dönüşüm ve iyileştirme kanuna ihtiyaç olduğunu düşünmektedir.

Saygılarımızla,

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu

 

Okunma Sayısı: 3437
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası