TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
İDARENİN HAKSIZ SAVUNUCUSU İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN AÇIKLAMASI ÜZERİNE...
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu`nun gerçeklerden uzak, yanlış görüşlerle algı yaratmaya çalışan açıklaması üzerine, Oda Yönetim Kurulumuz tarafından bu açıklamanın yapılması zorunluluğu doğmuştur.

Odamızın 18.03.2018 tarih ve 30364 sayılı Resmi Gazete’nin Mükerrer sayısında yayımlanan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın hazırladığı Türkiye Deprem Tehlike Haritası ve Parametre Değerleri Hakkında Karar ve Eki’nin iptali istemiyle açtığı davanın, Danıştay 6ıncı Dairesince red edilmesi üzerine, Oda Yönetim Kurulu Başkanımız Hüseyin Alan’nın basına verdiği eleştirel değerlendirme röportajı hakkında, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu 27.07.2022 tarihinde bir açıklama yapmıştır. Gerçeklerden uzak, yanlış görüşlerle algı yaratmaya çalışan açıklama üzerine, Oda Yönetim Kurulumuz tarafından bu açıklamanın yapılması zorunluluğu doğmuştur.

Dava dilekçemizin başlangıç bölümde de belirtildiği üzere 6235 sayılı TMMOB Kanunun 2 inci ve TMMOB Ana Yönetmeliğinin kamusal yarar ifade eden bölümlerine atıf yapılarak “diğer ilgili yasal mevzuatlarda gerekli revizyon çalışması yapılmadan dava konusu kararın yürürlüğe girmesi durumunda telafisi güç kamusal zarara neden olacağı” gerçeğinden hareketle düzenlemenin yürütmesinin durdurulması ve iptali yönünde dava açılmıştır. Odamızın taraf olduğu bir davanın iptaline ilişkin verilen red kararına yönelik olarak yapılan açıklamaya karşı İMO Yönetim Kurulunun inşaat mühendisliği hizmet üretimini etkilemeyen,   neyi veya kimleri koruma adına yaptığı anlaşılmayan,  muhtemel bazı çevrelere şirin görünmek adına isim de vererek adeta hedef gösteren, her gün yaşanan hukuksuzluklara karşı adalet nöbetleri tuttuğumuz bir süreçte, odamızın taraf olduğu ve halen devam eden bir dava da hukukun temel ilkelerinden biri olan  adil yargılama ilkesini de yok sayarak hukuksuz bir kararı destekleyen açıklamalarını hayretle ve üzüntüyle öğrendik.
 
Dava konusu düzenlemeye ilişkin 17.05.2018 tarihli dava dilekçemizde özetle; ülkemizde 1945 yılından iptale konu edilen “Türkiye Deprem Tehlike Haritası`nın yayınlandığı 18.03.2018 tarihine kadar düzenlenen tüm "Deprem Tehlike Haritaları"nın  “deprem bölgeleme” esasları   baz alınarak hazırlandığı bu nedenle ülkemizdeki bir çok mevzuatın da   “…deprem bölgeleme sistematiği”ne  göre düzenlendiği ifade edilerek, “bu düzenlemede  ülkemizde hangi bölgenin 1. Derece deprem bölgesi, hangi alanların 2. Derece deprem bölgesi içinde yer aldığının bilinmediği, çok sayıda yurttaşın zarar görmesine neden olabilecek böylesi önemli bir düzenleme öncesinde deprem bölgelemesi esasına dayalı çok sayıdaki düzenlemede gerekli revizyon çalışması yapılmadan hayata geçirilmesinin telafisi mümkün olmayan kamu zararlarına neden olabileceği düşünüldüğü” belirtilerek düzenlemenin yürütmesinin durdurulması ve iptali istenmiştir.

Davalı idarenin 04.07.2018 tarihli savunmasında, eksiklikleri ve diğer yasal düzenlemelerle uyumlaştırma işleminin gerçekleştirilemediği açıkça kabul edilmiştir. Dava dilekçemize verilen idarenin cevap dilekçesinde, “Haritayla ilgili ülkemizde doğrudan bağlantılı bina deprem yönetmeliği ve sigortacılık sisteminin kullandığı hasar analizleri önemli yer tutmaktadır. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığınca (AFAD) haritayla ilgili en önemli bağlantıda olan Bina Deprem Yönetmeliği için gerekli tedbir alınmış ve yönetmelik yenilenmiştir. Harita ve yönetmelik aynı anda yürürlüğe girmek üzere Resmi Gazete`de yayınlanmıştır. Sigortacılık sistemi de gerekli tedbirleri almaya başlamıştır”  şeklinde ifade edilmiştir.

Söz konusu dava dosyasına ilişkin olarak 01.06.2022 tarihinde gerçekleşen duruşmada, Odamızın hukuki gerekçeleri, teknik bilgi,  belge ve raporlarının bir bölümü 01.06.2022 dilekçemiz ekinde,  görsel belge ve bilgiler de sözlü savunma esnasında mahkeme heyetine sunulmuştur.

01.06.2022 tarihli dilekçemizde özetle; dava konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği 01.01.2019 tarihinden duruşmanın yapıldığı tarihe kadar geçen yaklaşık iki buçuk yıllık süre içerisinde “…ne sigortacılık sistemi, ne de düzenlemenin dayanağını oluşturan 7269 sayılı yasa ve bu yasaya bağlı olarak çıkarılmış bulunan çok sayıdaki yönetmelik ve diğer düzenleyici mevzuatta gerekli uyumlaştırma çalışmalarının yapılmadığı, söz konusu haritanın yayınlanmasından sonra ilgili meslek örgütleri, kamu kurumları ile bilim camiasında yapılan tartışmalarda ise, hazırlanan “Deprem Tehlike Haritası ve Parametre Değerleri”nin oldukça eksikli olduğu, harita ile birlikte yayınlanan “parametre değerlerinin” bazı bölgelerde yetersiz kaldığı, söz konusu parametre değerlerine göre o bölgelerde inşa edilen binaların “toplumun can güvenliğini” sağlamaktan da uzak olduğu ifade edilerek, bu durumun çok sayıda vatandaşımızın “can ve mal güvenliğini” etkilemeye devam ettiği” belirtilerek konuya ilişkin bazı örnekler verilmiştir.

Kamu zararına neden olduğu düşündüğümüz örneklerden ilki “zorunlu deprem sigortası” uygulamasına yönelik olup, 01.06.2022 tarihli dilekçemizde;

“Ülkemizde 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanununa göre istisna sayılan bazı yapılar dışında tüm bina ve bina türü yapılar (konut) için “zorunlu deprem sigortası (DASK)” yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Milyonlarca konut sahibi kişi, 6305 sayılı kanunun 12.maddesinde belirtilen “Zorunlu deprem sigortasına ilişkin tarife ve talimatlar ile azami teminat tutarı her yıl Bakan tarafından belirlenir ve Resmî Gazete`de yayımlanır. Sigorta primlerinin tespitinde; binanın yüzölçümü, inşaat türü ve kalitesi, binanın üzerinde bulunduğu arazinin zemin özellikleri, deprem riski ve benzeri unsurlar değerlendirilir.” esaslarına uygun zorunlu deprem sigortası primi ödemesi yapmaktadır. Konut veya bina sahipleri, 2019 yılı da dahil olmak üzere prime esas ödemelerini “deprem bölgeleme sistematiğine” göre hazırlanmış “Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimat Tebliği”ne göre yapmış, 2021 yılından sonra ise ülkemiz 7 ayrı risk grubuna ayrılarak prim ödemeleri risk grupları, bina yapım yılı, yapı türü ve bina yaklaşık maliyetinin binde (%0) oranı dikkate alınarak hesaplanmış ve tahsil edilmiştir. Halbuki bu uygulama, dava konusu “Deprem Tehlike Haritası ve Parametre Değerleri Kararları” ile bu harita ile birlikte yayınlanan “Türkiye Bina Deprem Yönetmelik” hükümlerine, dava dilekçemizde de ifade etiğimiz üzere, uyumlu değildir.

Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği`nin 3. Bölüm, 3.4.Bina Performans Düzeyleri tanımlaması getirilerek, binalar “Kesintisiz Kullanım (KK) Performans Düzeyi, Sınırlı Hasar(SH) Performans Düzeyi, Kontrollü Hasar(KH) Performans Düzeyi ve Göçmenin Önlenmesi (GÖ) Performans Düzeyi” olmak üzere 4 ayrı performans düzeyi tanımlanarak inşa edilmektedir. Kesintisiz Kullanım Performans Düzeyi baz alınarak yapılan bir binada olası bir depremde binanın taşıyıcı sistem elemanlarında herhangi bir hasar meydana gelmesine olanak sağlanmazken, Göçmenin Önlenmesi Performans Düzeyinde ise “bina taşıyıcı sistem elemanlarında ileri düzeyde ağır hasarların meydana gelebileceği, ama göçmenin meydana gelmediği” performans düzeyleri baz alınarak bina projeleri hazırlanmakta ve inşa edilmektedir. Bu durum aynı depremde farklı performans düzenlerine göre hazırlanan binalarda farklı hasarlar meydana gelmesine neden olabilmektedir. Sigorta sisteminin genel kabul görmüş yaklaşımına göre, düşük hasar riskine göre yapılan binalardan düşük prim, yüksek hasar alabilecek binalardan ise daha yüksek prim alması gerekirken dava dilekçemizde de belirtiğimiz üzere gerekli uyumlaştırma çalışmaları yapılmadığı için milyonlarca insanımızdan sigorta şirketleri daha yüksek DASK sigortası primi tahsil etmeye devam ediyor.” şeklinde ifade edilmiş, TBDY-2018’in ilgili bölümleri dilekçemiz ekinde sunulmuştur.

Yine dava konusu düzenlemenin üst hukuk normları ile uyumlaştırılmağı hususuna ilişkin ikinci gerekçemizde ise;

“…. dava konusu dilekçemizde de belirtiğimiz üzere; 7269 sayılı kanunun 2.maddesi, deprem bölgeleme sistematiği üzerinde kurgulanmıştır. Bu duruma ilişkin olarak AFAD Başkanlığı gerekli uyumlaştırma çalışmalarının yapılacağını ifade etmesine rağmen geçen 4 yıllık zaman dilimi içinde 7269 sayılı yasada herhangi bir düzenleme yapılmadığı gibi, bu kanuna dayanılarak hazırlanan ve hala yürürlükte bulunan yönetmelik, tebliğ ve tüzüklerde de herhangi bir değişik yapılmamıştır. Bu husus sadece odamıza ilişkin görüş ve değerlendirme de değildir. 2020 yılında Elazığ’da meydana gelen 41 vatandaşımızın yaşamını yitirmesine, yüzlerce vatandaşımızın yaralanmasına ve 18.000 konut türü yapının ağır hasar görmesi sonucunda TBMM tarafından kurulan Meclis Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan “Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Deprem Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporunun”   “3.7.Mevzuata ilişkin öncelikler başlığı “3.7.1. Risk Azaltmayı Önceliklendiren Bütüncül Mevzuat İhtiyacı bölümünde; “Ülkemizde afet konusunda uygulanan temel kanun 1959 yılında yürürlüğe giren ve gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda birçok maddesinde değişiklikler yapılan 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanundur. 7269 sayılı Kanun, muhtemel afet ibaresine istinaden risk azaltma anlayışına ilişkin hükümler içermesi nedeniyle dönemine göre modern bir kanun olarak kabul edilmektedir. Ancak Kanunun sadece deprem, sel, heyelan gibi sınırlı sayıda doğal afete ilişkin düzenlemeler içermesi, risk azaltma odaklı bütüncül bir bakış açısına sahip olmaması, afet sonrası devlet desteği ile yara sarma odaklı iyileştirme sürecinin hâkim olması, afet öncesi, sırası ve sonrasında merkezi kurum ve kuruluşlar, yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve vatandaş ölçeğinde sorumluluk, görev ve yetki tanımının bulunmaması zaman içerisinde gelişen afet yönetim sistemi anlayışı ile eş güdüm sağlayamayan bir mevzuata dönüşmesine neden olmuştur değerlendirmeleri yapılarak, mevzuatın yetersizliği ve günümüz ihtiyaçlarını karşılamadığı açıkça vurgulandığı ifade edilerek TBMM tarafından kabul edilen Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Deprem Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu dilekçe ekinde sunulmuştur.

Yine dava konusu düzenlemeye ilişkin üçüncü iptal gerekçemiz ise  “Dava konusu düzenlemenin en yetersiz olan bölümüne ilişkin eleştiriler ise “Türkiye Diri Fay Haritasında” Mw: 5.5 üzeri büyüklüğünde depreme neden olan 486 adet fay hattı ve zonu bulunmasına rağmen, bugün gerek oluşan depremler, gerekse yapılan bilimsel ve teknik çalışmalar sonucuna göre Mw: 5.5 ve üzeri büyüklükte deprem üretme potansiyeline sahip 550’nin üzerinde aktif fay hattı ve zonunun bulunduğu, bu verilerin bir kısmının Türkiye Diri Fay Haritasında yer almaması ile deprem tekrarlanma periyodu uzun olan bazı alanlarda (aktif faylarda) Türkiye Deprem Tehlike Haritası ve Parametre Değerleri`nin yetersiz olduğuna ilişkin kaygılar (ki bu kaygılar 2016 yılından çalıştayda da bir çok bilim insanı tarafından ifade edilmiş  olup, noktasal bazlı ivme değeri belirleme metodolojinin zayıf yönleri tartışılmıştır. Hatta bir önceki Türkiye Deprem Haritasında Kırşehir gibi daha yüksek ivme değerlerine sahip bölgeler, noktasal bazlı metodolojiye dayalı haritalarda daha düşük ivme değerlerine düşmesi eleştiri konusu olmuş ve yaşanabilecek olası depremlerde can kayıplarının yaşanabileceği ifade edilmiştir) belirtilerek…”  Odamızın “ Fay Üzerine Oturan Kentler” için düzenlediği bazı raporlar, bazı akademisyenler tarafından yayınlanan makaleler, Bolu, Bursa vb kentlerde yapılan bazı akademik çalışmaların sonuçları sözlü savunmada görsel materyaller eşliğinde sunulmuştur.

Ayrıca bu bölümde;  “Nisan -2022 tarihinde TMMOB tarafından düzenlen Afet Sempozyumu`nda ODTÜ İnşaat Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Kemal Önder Çetin ve arkadaşları tarafından hazırlanan “2020 Ege-Sisam Adası Depremi İzmir Körfezi ve Bornova-Bayraklı Havzasında Sismik Saha Etkileri” araştırma makalesi de dava dilekçesi ekinde, sunulmuştur. Söz konusu makalenin sonuçlar bölümünde “…..Ege Denizi-Sisam Adası açıklarında, 30 Ekim 2020’de M 7.0 büyüklüğünde meydana gelen depremde yapısal hasar ve can kaybı, merkez üssüne 65-75 km uzakta bulunmasına rağmen, daha yakında yer alan yerleşim yerlerinde değil de İzmir Körfezi’nde ve özel olarak da Bornova-Bayraklı baseninde yoğunlaşmıştır. Havzada yer alan zeminlerin litolojisi ve özellikleri ile basen morfolojisi sismik talebi artırmış, bu durum yaşanan can kaybı ve yapısal hasarların sebepleri arasında üst sıralarda yer almıştır…."

….. Deprem-zemin saha büyütme etkileri ile 0.5-1.5 saniye periyot aralığında en yüksek değerine ulaşan spektral sarsıntı, 7-9 katlı binaların doğal periyotları ile örtüşerek deprem-zemin-yapı sisteminin rezonansını tetiklemiştir. Ek olarak hesaplanan büyütme katsayıları, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018), NEHRP (2020), Eurocode 8 gibi tasarım  kodlarında önerilen büyütme katsayılarının üzerine çıkmıştır. Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere halihazırda mevcut ulusal ve uluslararası kuvvetli yer hareketi tahmin denklemleri ve deprem şartnameleri, İzmir Körfezi’nde özellikle de Bornova-Bayraklı havzasında gözlemlenen saha etkilerini açıklamakta yetersiz kalmıştır. Bu durum basenin özel yapısı ve de şartnamelerde havza etkilerinin yetersiz veya eksik modellenmesine atfedilebilir. Benzer durumların gelecekte olması muhtemel daha şiddetli depremlerde de yaşanmaması adına basene özgü ve tasarıma esas elastik tepki ve büyütme spektrumlarının geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır..” şeklinde ifade edilmiştir.

1000 sayfayı aşkın bilgi, belge, rapor, harita içeren dava konusu dosya için İMO Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada “…..hiçbir veriye ve araştırmaya dayanmaksızın ortaya atılan bu büyük iddiayı hayretle ve aynı zamanda esefle karşıladığımızı ifade etmek isteriz. Konunun uzmanı olmayan kişi ve kuruluşların sorumsuzca ortaya attığı bu tür iddialar tümü ile geçersizdir. JMO tarafından Danıştayda açılan dava dilekçesi incelendiğinde, davanın Türkiye Deprem Tehlike Haritasında tanımlanan “ivme değerlerinin olduğundan daha düşük alındığı” gerekçesi ile açılmadığı ve bu konuda mahkemeye hiçbir araştırma sonucu ve rapor sunulmadığı görülmektedir” şeklinde gerçek dışı, haksız ve yanıltıcı bir açıklamada bulunulmasının nedenini de anlamak mümkün olmamıştır.  İMO Yönetim Kurulu, odamızdan talep etmesi halinde yukarıda tarihleri bertilen iki adet dilekçemiz, idarenin savunma dilekçesi ile dosya kapsamındaki bilgi, belge, rapor ve haritalar ve dava karar metni kendilerine de sunulabilirdi. Bu konuda mahkeme kararının Odamıza tebliğinden hemen sonra 25.07.2022 tarihinde TMMOB Yönetim Kurulu`nun talebi üzerine karar metni, Odamız Genel Sekreteri tarafından aynı gün gönderilmiştir.

Ama niyetin gerçekleri öğrenmek olmadığı açıklamanın devamında ifade edilen “… 2016 yılında yapılan çalıştay öncesinde genel görüş ve eleştiriye açılan Türkiye Deprem Tehlike Haritası taslağı hakkında JMO’nun hiçbir görüş bildirmediği de açık olarak belirtilmiştir.” şeklindeki gerçekle alakası olmayan ibareleri ile kendisini açıkça göstermiştir. Davalı idarenin somut olarak ortaya koyduğumuz iddialara cevap verme yerine, davayı saptırmak için ortaya attığı “ 2016 yılında yapılan çalıştaya katılmadığımız ve herhangi bir görüş vermediğimiz” yönündeki gerçek dışı beyanının açıklamasında kullanılması İMO’nun tarafı konusunda kuşkuya yol açmıştır. Belirtilen tarihte ifade edilen çalıştaya Odamız adına Oda Yönetim Kurulu Başkanımızın Başkanlığında kimlerin o toplantıya katıldığı, verdiğimiz görüşler ile buna ilişkin video kayıtları arşivimizde bulunmakta olup bu belgelerin tamamı ilgili bir başka dava dosyası içinde Danıştay’ın ilgili dairesinde de mevcuttur.

İMO açıklamasının son bölümünde yer alan “Meydana gelen bu müessif gelişme, meslek odalarının bazılarının, çok disiplinli bir konu olan deprem konusunda ihtisas ayrımına gerekli özeni göstermediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Danıştay kararında açıkça ifade edildiği üzere, ilgili üniversitelerden ve kamu kuruluşlarından çok sayıda uzmanın katılımı ile hazırlanan Türkiye Deprem Tehlikesi Haritası ve onunla aynı tarihlerde yayımlanarak 01 Ocak 2019’da yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliğine göre projelendirilen ve inşa edilen binaların ilk depremde yıkılma riskiyle karşı karşıya kalacağı şeklinde JMO Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan tarafından sorumsuzca ortaya atılan mesnetsiz iddianın kamuoyu tarafından ciddiye alınmamasını rica eden”  çağrının da kamuoyu ve Odamız açısından bir değeri olmadığı açıktır.

Odamızın, yıllardır aktif fay zonlarının sakınım bandı içinde kalan alanlarda yaşamını sürdüren halkımızın, can ve mal güvenliğinin sağlanması adına bina ve bina türü yapıların yapılmasına sınırlama getirilmesine (sakınım bandı içinde) ilişkin temel yaklaşımız ile ABD başta olmak üzere birçok ülkede var olan “Fay Yasasının” ülkemizde de çıkarılması gerektiğine ilişkin temel yaklaşımız değişmeyecektir. Bu yöndeki düşüncelerimiz ve Oda anlayışımız İMO Yönetim Kurulu tarafından bilinmesine rağmen, Oda Yönetim Kurulu Başkanımızın ismi verilerek imar rantı ve talanı üzerinden kendini var eden çıkar çevrelerine hedef gösteren bir açıklamanın neye ve kimlere hizmet ettiğini de sormak isteriz.

Kamu yararı çerçevesinde açtığımız söz konusu davada, dilekçelerimizde belirtiğimiz iddialarımıza davalı idare tek bir cevap vermezken, hatta savunma dilekçelerinde mevzuatın uyumsuzluğunu kabul ederken, İMO Yönetim Kurulunun idarenin “gerçek dışı beyanlarının” arkasına sığınarak, yapılan düzenlemenin hukukiliğini savunması, bu düzenlemelerin AFAD Başkanlığı tarafından değil de başka yerlerde hazırlandığı izlenimi edinmemize de neden olmuştur.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, inşaat mühendisliği hizmetlerinin icrasına sınırlama getirilmesine ilişkin tek kelime içermeyen,  ülke insanımızın sağlıklı ve güvenli binalarda yaşamasını sağlama çabası ile haksız yere sigorta şirketleri tarafından soyulmasını engelleme amacını taşıyan bu davadan rahatsız olunmasının ve  itiraz süreçleri ile devam etmekte olan bir davada idareden yana taraf olarak sonucu etkileyecek bir yerde olmanın  nedenleri ile  bilimi statik, mühendisliği durağan sayan anlayışlar dışında, Türkiye Deprem Tehlike Haritası ve Parametre Değerlerine ilişkin yapılan tartışmalar ve değerlendirmeler ile onun zayıf yönlerini dile getirmenin ne zamandan beri “sorumsuzluk veya mesnetsizlik” olarak atfedilir olduğunu da öğrenmek isteriz. 

Ayrıca İMO açıklamasının son cümlesinde yer alan “harita ve yönetmeliğin Türkiye’de depreme dayanıklı bina inşaatına olumlu yönde büyük katkılar getirdiğini, konunun sahibi TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası olarak kamuoyunun dikkatine sunarız.” şeklindeki talihsiz ifade ile İMO “ben merkezli” anlayışını da itiraf etmektedir. Diğer meslek disiplinlerinin TBDY içindeki hizmetlerini yok sayıp, konunun “tek sahibi” olarak kendini gören asıl bu anlayışın sahipleri, açıklamaları ve durduğu yer sorgulanmalıdır. 

Bilinmesini isteriz ki, Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da “içimizdeki idarenin savunucularına” rağmen kamu yararına aykırı gördüğümüz düzenleme veya faaliyetlere karşı olmaya devam etmeye, ülke insanın can ve mal güvenliğinin sağlanması adına fay yasasının çıkarılması da dahil her türlü mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu

Okunma Sayısı: 3486
Fotoğraf Galerisi
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası